Gezi, planlı olursa sizi huzursuz edebilir. Evet , planlı geziler de diyelim
ki dediniz ki, “Cumartesi günü Ağrı’da olacağım” ama o gün Ağrı’da
olamadıysanız bu sizde sıkıntı olmaz mı? Ben de olur. Onun için de yola
çıktıktan sonra, yol ve güzergahın durumu belirler planı.
Geziye, mıhmandarımla Çal mağarasından başladık. Hem fotoğraf çekecek ve hem
de belki daha önceleri de gittiğimiz yerlerdeki değişimi gözlemleyecektik.
Öyle de oldu zaten. Hıdırnebi’de sabah çayımız içtik. Biraz yayla havasıyla
rutubet rehavetini üzerimizden attık. Akçaabat – Düzköy vadisindeki mükemmel
yaylalardan geçtik, Maçka’ya indik.
Maçka- Sumela manastırı yolunda bir Alabalık çiftliği var, orada üretimi
yapılan balıklar, pembemsi ete sahip somonu andıran alabalıklar. Onlardan
aldık canlı alabalık ve zigana dağına çıkarken bir çeşmenin yanında o
balıkları izgara yaptık. Bir güzel doyduk tabi. Ha öyle izgaradan falan iyi
anlayanlardan sayılmayız onun için sakın ola “ben yapamam” demeyin.
Torul – Gümüşhane, Bayburt derken Erzurum’a geçtik. Erzurum’un hemen girişi
sayılabilecek yerde ılıca ilçesi var, orada Kükürtlü suyu (biraz kokusu var)
olan kaplıca var. Hem belediyenin yaptığı bir de otel var. Farklı bir ortam,
dilenirse burada kalınabilir.
Ha gezi boyunca önemli olan sizin lüks beklentisi içinde olmamanız. İlla her
gittiğiniz yerin yaşadığınız yer ile kıyaslanması gerekmez. Gidilen yerler,
zaten görmediğiniz yerler değil mi? Değişik ortamlara giderken illa her
yerde yıldızlı bir otel olacak diye bir arayışınız olmasın. Gece kalmanız
gerekiyorsa oradaki insanlar nerde konaklıyorsa siz de onları yadırgamadan,
farklı bir yerden gelmiş havasını da onlara yansıtmadan girin bir hotele,
motele veya bir pansiyona veya bir çadıra ama yadırgamayın.
Biz çocukluğumuzda hanlarda kalırdık yayla yolunda mesela, keşke o
zamanlardaki gibi yine hanlar ve konaklar olsa diyesi geliyor insanın.
Düşünsenize iki gün yaya yol yürüyerek yaylaya ulaşırdık. O zamanlar,
şimdiki gibi güzel yollar ve de bunca ulaşım aracı yoktu. Handa
geceleyeceğimiz zaman sığırlardan süt sağar, o sütü kaynatır ve akşam yemeği
yapardık. Hancılar, size tencere, tava verir, yardımcı olurdu. Onlar da
yadırganmazdı. Bulunduğun şartlara uyum sağlamak kötü bir şey değil ki, öyle
değil mi?
Cağ kebabı ve Erzurum evleri
Erzurum’da Atatürk caddesinin girişi sayılabilecek yerde Dede otelin hemen
ilerisinde Canbaba’nın cağ kebabını severek yersiniz, et kokusu biraz garip
olabilir ama vejeteryan tarzı için bolca yeşil zaten yörede sorun değil.
Hatta taze soğanı, patatesi veya marulu el arabalarında görünce dayanamaz
hemen alırsınız bile.
Biraz ileride Eski Erzurum evlerini anımsatan ve onları yaşatma adına ayağa
kaldıran bir işletmeyi gezebilir ve eskiden ne vardıysa kullanılan Erzurum
evlerinde aynı ortamın otantizmini orada soluklarsınız. Yer minderlerinde
kurulu, dilediğiniz yöre yemeğini sipariş edersiniz. O yemek gelinceye kadar
da sofrada gerekirse bilgisayarınızla internete bağlanır,
gezinirsiniz.Yemeğiniz gelir, onu yersiniz ardından demlik çayınızı yaparlar
ve bir güzel istirahat etmiş olursunuz.
Bir günde sadece 465 kilometre yol almak pek akıl kari değildir gezi de ama
ben zaten akıl kari olsunlara da pek takılmam ki. Akıllara ziyan denebilecek
tarzı daha uygun bulurum her zaman değil tabi ama zaman zaman. Öncelikle
Ağrı dağını görelim dedik. Ağrı dağını ilk kez 2003’te de görmüştüm, tabi
yol güzergahından. Dağları severim ama tırmanma zamanı bulamadım desem yalan
söylemiş olmam. Küçükken Gavurdağı, ziyaret, zilfo gibi dağlara çıktım
sadece o kadar.
Köprüköy’den sabah saatlerinde çıktık. Dışardan bakıldığında sanılır ki Ağrı
dağı Ağrı ilimizdedir. Yani Ağrı’ya vardığınızda Ağrı dağını da hemen
görürsünüz. Durum öyle değildir. Ağrı il merkezinden Ağrı dağını görmek
mümkün değildir. Ağrı dağı Ağrı iline 102 kilometre uzaklıktaki
Doğubeyazıt’tadır..............haberin
devamı için tıklayın