12 Temmuz 2017 Çarşamba

çamburnu sualtı çekimi

2 Nisan 2012 Pazartesi

Arıların, nesline yasakladığı çiçek; Çuha

  Şehirlerde park ve bahçelerde genleri ile oynanmış halini görmüş olsanız da Karadeniz Bölgesi’nin “bahar müjdecisi” olduğu kadar, fındıklıkların veya çay bahçelerinin her yanında görebileceğiniz Mart çiçekleri (Çuha) ile Arı’ların öyküsü varmış meğer, bu yaşıma kadar duymamıştım. Fındıklıklarda kendiliğinden yayılan mart çiçeklerinin fotoğraflarını çekerken, yeğenim bu çiçeklerle arıların küs olduklarını söyledi. O da bu Mart çiçeklerinin kendini beğenmiş olmasından kaynaklanıyormuş meğer.
Bizim Keltemel adını verdiğimiz fındıklıkta bolca vardır mart çiçeklerinden, Mart ayında açtıkları için de Karadeniz’de adı “mart çiçeği” olarak bilinen Çuha çiçeklerine arılar konmazmış meğer. Bunu bilmiyordum, çok okuyan ve anlatılanları hiç unutmayan ve sürekli gülecek bahaneleri olan yeğenim Macide ile mart çiçeklerinin bol olduğu yerdeyiz. Ben fotoğraf çekerken, “Arı’larla küsdür o mart çiçekleri dayı” dedi. Hiç böyle güzel çiçeklere arı konmaz mı diye düşündüm bir an, sonra çaktırmadan dikkatle izlemeye koyuldum. Arı vızıltısı duyunca da onu takip etmeye başladım, çok küçük yabani çilek çiçeklerine konuyor ama gerçekten arı mart çiçeğine konmuyor. “neden küsmüşler peki” diye sordum Macide’ye, hem nerden bildiğini sordum tabi. Dedesi Ori Mustafa Baytürk anlatmış ona da, Arılarla mart çiçeğinin neden küs olduklarını..................haberin devamını okumak için tıklayın

28 Şubat 2012 Salı

karadenizin "bülbül"ü sustu


 Karadenizli Ankara'nın  “bülbül"ü kalp krizine yenik düştü  
Ankara Kocatepe Camii Müezzin Kayyımı ünlü mevlüthan Nurettin Okumuş, kalp krizi sonucu vefat etti. Trabzon’un Araklı ilçesi Ayvadere köyünden İshak Okumuş’un yeğeni, Yusuf Okumuş'un oğlu olan ve uzun yıllar Trabzon Bahçecik Camiinde görev yapan Nurettin Okumuş, daha sonra Ankara Kocatepe camiinde görevyapıyordu.
Dün öğlen vakitlerinde geçirdiği kalp krizi sonucu vefat eden Karadeniz’in “Bülbül”ü, billur ses, ünlü mevlidhan da olan  Nurettin Okumuş, sonradan yerleştikleri Samsun’un Terme ilçesi Pazar camiinde (29 Şubat 2012) öğle namazının ardından sonra toprağa verildi. 

Karadenizli hafız Hacı Nurettin Okumuş, Mekke’de Arafat dağında verdiği ezan ile milyonlarca hacını göz yaşına boğmuş, yıllarca da Ankara Kocatepe Camiinde ve sık sık da Televizyonlardaki kandil proğramlarından müminlerin gönlünü fethetmişti. İki erkek ve bir kız babası olan Nurettin Okumuş’a Cenabı Hakk'tan Rahmet diler,  ailesine,..............haberin devamı için tıklayın

25 Kasım 2011 Cuma

Karadeniz'in süslü inekleri


  Karadeniz insanı, sütü ve süt ürünleri elde etmek için beslediği hayvanlarını da kendisi kadar düşünen insanlardır. Hele kadınlar, onların inekleri  süslemek için dokuduğu, aldığı, taktığı takılar, hayvanlara ne kadar  sevgi beslediğinin ne kadar saygı gösterdiğinin de bir nişanesi ve bir vefa duygusudur aynı zamanda. Çünki, Karadenizlinin bir danası(buzak) olduğunda daha doğduğu anda ilk olarak ona bir isim verilir. Ve o hayvan, o isimle büyütülür ve aile bireylerinden biri halini alır.  Yaşar, Gülistan, yadigar,hatun gibi..
Karadeniz’e yolu düşenler rastlamıştır,hele yayla mevsimi ise yollarda veya  belki de fotoğraflardan da görmüş olanlarınız mutlaka olmuştur.Karadeniz’de, kafalarında rengarenk püsküllerle süslenmiş  hayvanlar olur.  Mutlaka merak etmişsinizdir de değil mi? “Neden bu hayvanları böyle süslerler?”, “hayvan bu süslerden ne anlar?”,ya da “gereklimidir hayvanın süslü olması?” gibi aklınıza gelebilir. Ama eğer, siz bir Karadenizli iseniz ve o hayvan, evinizin bir bireyi oluvermişse, evet süslenmesi gerekir, çünkü o hayvanın o evin hiçbir bireyinden farkı yoktur. Öylesine sevilir, öylesine sahiplenilir ve öylesine süslenir işte. Hem yayla yolu derken iki günlük yaya yoldur ve o yolda hem o hayvanların süslemeleri ile uğraşmalar anlatılacak, hangi boncuk hangi katma (iplik) nasıl yapılmış veya nerden alınmış o yolda hep onlar konuşulacak kadınlar arasında, yoksa o uzun yayla yolları başka türlü biter mi?
 Hayvanlar da süsler, yayla yolculuğuna veya bahar ayından itibaren ahırdan dışarı çıktığında hem kem gözlerden korunmak (nazar değmesin)ve hem de kolayca tanınmasını  sağlar. Nazarlık, gerdanlık, burunluk, kaşlık, boynuzluk, zil, Çan ve kelek, hayvan doğmadan önce hazırlanır veya çarşıdan pazardan da alınabilir. Veya daha önceki hayvanlardan kalmış, ahırın bir köşesinde saklanmış, asılmış da olabilir. Ahırdan çıkarılmadan hayvan temizlenir.................haberin devamı için tıklayın

13 Ekim 2011 Perşembe

Birkaç Guguvak öyküsü


  Guguvak..çocukluğumuzdan  bildiğimiz, şapkasını Fes’e benzettiğimiz ve yerden biten bir şeydi. Bize sıkı sıkıya tembihlenirdi, “sakın kendi bulduğunuz guguvağı yemeyin” diye.. bizde ona uyardık ama  yayla yolunda veya yaylalarda gezerken rastladığımız guguvakları da alır, eve gider ve dedeme, neneme veya annemize sorar, eğer yenen türdense öylece yiyebilirdik. Yenmeyecek türlere genelde, yenmesin diyedir belki de ,”zehirli”  yerine  “köpek işemesi” denirdi.Çocukluktan aklımızda Guguvak yani mantarlarla ilgili kalan bilgi sadece bu kadardı. Zehirli olanlara , “köpek işemesi” denmesi de, bizi onlardan uzak tutmak için, “iğrenç”lik ifade eden deyim yerine geçmesiyle onlardan uzak dururduk.
Bizim Guguvak olarak bildiğimiz aslında yenilebilir doğal ortamlarda sisli ve rutubetli alanlarda, yağmur veya çiseden hemen sonra birden bire yetişen mantarlardı. Büyükçe bir guguvağı, Maçka'da ormanın bittiği bir noktada buldum, otların arasında..tamda mangal için yayla yolundayken..aldım, götürdüm.Büyükçe bir mangalda üzerine hafif tuz dökecek ve pişirecek, belki de et bile yemeyecektim, o kadar müthiş bir guguvaktı.Bir yandan et siparişimiz hazırlanırken, kasabın içinde  Mantardan iyi anlayan yöre sakinlerine  sordum, "yenir" dediler. Bir başkası, “yenir ama kurtlanmış, atun oni” dedi. Bir diğeri de, “la pirakun, adam ölecekta derdi sizi mi almış, bırakın yesun, garişmayin ona” diyende oldu. Başkalar..................haberin tamamını okumak için tıklayın

3 Ekim 2011 Pazartesi

İshakpaşa sarayı'ndan Ağrı dağı görünür mü?


  Aklımdadır hep, bizim Doğu veya Güneydoğu Anadolu bölgelerine neden kimse gitmez. Gezi sitelerine baksanız Türkiye dendiğinde hep ya Akdeniz veya Ege veya Marmara Bölgesi’nden ufacık bir dükkan, halıcı veya boncukcuyu yazarlarda bir türlü diğer bölgelere gitmezler. Güya gezicidirler ama Alanya’nın plajı, Çeşme’nin geceleri, Bodrum’un Halikarnas’ı, Fethiye’nin ölüdeniz’i, Antalya’nın kurşunlu, didem ve Manavgat  şelaleri..onlara inat bende  İkinci kez gidiyorum Ağrı, Doğubeyazıt’taki İshakpaşa sarayına. Öyle ya  Dünya’daki ilk merkezi ısıtma sistemine sahip, Selçuklu, Gürcü, Ermeni, İran, Türkistan ve Osmanlı mimarı tarzını yansıtan mozaik bir eser İshak Paşa sarayı.
 Bir önceki gezimiz 2001 yılındaydı ve yolu yapılmamıştı, o nedenle aracımızı sarayın altlarında bir yerde bırakıp, yürüme çıkmıştık. Henüz restorasyonu yapılmamıştı, kapıları açıktı o nedenle de zindanlarına kadar inmiş, gezebilmiştik. İkinci gidişimizde hem yolu vardı ve hem de yol kenarlarında artık restoranları ve dinlenme yerleri de oluşmuş bir turizm merkezi görünümüne kavuşmuştu. Hem zaten gidilebilir olmasının rahatlığı, artık önerilebilecek yer olması anlamına da geliyordu. Şimdi den hem de gözüm kapalı olarak, kesinlikle ölmeden görülmesi gereken yerlerden biri diyebileceğim kadar şiddetle hatta Rizelilerin ifadesi ile haain (şiddetli) önerebileceğim bir yer hem Doğubeyazıt ve hem de tabiî ki İshakpaşa sarayı ve çevresi. Bir yanda Ağrı dağı, bir yanda İshakpaşa sarayı bir yanda da Kürt ulusal destanı "Mem û Zin"’in yazarı Şeyh ,alim, şair Ahmed-i hani ya da  Ehmed Xani (1651- 1707)  Türbesi..

 
Ta Milattan önce 800’lü yıllarda Urartu döneminden yerleşime açık olan Doğubeyazıt aslında İshakpaşa sarayının olduğu bölgedeymiş ama yıkılmış, yakılmış derken şimdi sadece o saraya 5 kilometre  mesafede kalmış, sanki 5 bin 137 metrelik zirve...................haberin devamını okumak için

Ağrı Bildirgesi ve Nuh'un gemisi


  Doğubeyazıt’ta çay içerken akşam olmak üzereydi. Doğubeyazıt’ta mı kalmak lazım yoksa Iğdır’a gidip orada mı kalalım diye düşünürken, her ikisinden de vazgeçip, Ağrı Dağı’nın yamaçlarında yapılan şu temsili Nuh’un gemisine gitmeye karar verdik. Ama karanlık çökmeden bu gemiyi bulmalıydık. Kimseye de sormadık, nasılsa yoldan görürüz diye düşünmüştük. Yola koyulduk, Iğdır’a doğru ama o Sarısu vadisinde bir rüzgar esiyor ki sormayın,toz dumana karışıyor. insanı uçuruyor o derece sert bir rüzgardı. Zaten hız yapmıyoruz ama o rüzgarın sizi savurur gibi yapıyor olması da yetiyor. Rüzgarın hani bir melodisi vardır, ıslık gibi işte o melodi ile yol alırken biraz  da daha da fazlası olabilir mi kaygısı ile ürküyoruz ama çok değil tabi.
 Karabulak’a varmadan yolda duran vatandaşın birini alıyoruz arabaya, ona soruyoruz Nuh’un gemisi maketini. İyi ki de almışız, zaten hava kararmaya yüz tutmuş ve Nuhun gemisi maketi de zaten D 975 karayolu, yani E-99’dan da gözükmüyormuş. Elmagöl’e geçmeden yol dan sağa Korhan yaylası yoluna sapıyoruz, Ağrı dağı’na doğru. 1,5  kilometre sonra da zaten gemiyi görüyoruz. Daha yeni yapıldığı her halinden belli, ahşaplar pırıl pırıl parlıyor. Yanına varıyoruz, uzaktan küçük gözükse de yanına vardığınızda Ağrı dağı heybetinde değil ama o doğada insan eli ile yapılmış bir eseri görünce hele bir de yanında dalgalanan flamaları ile bu dağın yamacına insan elinin değmiş olması duygulandırıyor bizi.kilidi yok, kapısından içeri giriyoruz. Orada yukarıda esen o Rüzgar da yok ama soğuk vardı, geminin maketinin içinde ısınıyoruz.Geminin içinde ağaç kokusundan başka hiç bir şey yok. İnsanlar bir eser yapmışlar, ıssız bir dağ başında diyorsunuz ama sadece bu kadar mı.................haberin devamı için tıklayın